Erdem
Paylaşımcı üye
- Katılım
- 14 Ocak 2013
- Mesajlar
- 713
- Puanları
- 106
Savaş cephede başlamaz. Elli yıl, yüz yıl, hatta yüz elli veya fazlası yıl öncesinden başlamıştır bile.
Diyelim ki, yabancı bir ülke senin suyuna, taşyağına (neft, petrol), madenlerine, topraklarına göz dikmiş. Bu art niyetleri, kendi kamuoyunda koyu bir dini taassupla iç içe olabilir. Dini taassubu sahici ise, çağa ve duruma göre bu da siyasal bir takım söylemlerle dünya kamuoyuna karşı örtbas edilebilir. Tarihin pek çok büyük savaşında, istilasında çoğu kez öyle olmuştu; bugün de öyle.
Gözü dönmüş, başkalarını insandan saymayan düşman çok önceden savaşı nasıl başlatır?
1) Düşman ülkenin evrenkentlerinde, araştırma merkezlerinde hedef ülkenin tarihi, manevi gücünün kaynakları, gelenekleri, dili. edebiyatı, coğrafyası... üzerinde yıllarca çalışılır; o dile, o tarihe, o ulusun dinine son derece vakıf uzmanlar yetiştirilir. Bunların bir kısmı, o ülkeye bilim adamı, din adamı, tüccar/iş adamı, siyasi temsilci vb. kılıklarında bilgi toplayıcı, sonra içten düşman taraftarları derleyici, kışkırtıcı casuslar olarak gönderilir.
2) Hedef ülkede, özellikle dini değişik azınlıklardan yetenekli bazı çocukların ismi, kimliği değiştirilir ve bunlar yetiştirilirler. O ara hulul edilip yönlendirilebilir hale getirilmiş basın-yayınla bu gençler alanlarında meşhur edilir; önemli mevkilere gelmeye başlarlar.
3) Düşman, hedef ülkede her bakımdan vasat, kendi başına bir şey olamayacak, ama hem de ulusal duyguları zayıf, maddiyata, mevkiye düşkün, çeşitli zaafları olan kişiler tespit edip onlar vasıtasıyla bir takım gizli cemiyetler kurdurur. Cemiyet üyeleri zamanla, basın-yayından, yönetim kademelerinden, evrenkentlerden, iş çevrelerinden yenilerini bulurlar. Ağ yayılmaya başlar. Ülkenin çeşitli bölgelerine ve toplumun her kesimine ağı salmayı kolaylaştırmak için yarı gizli (görünüşte şeffaf ama gayeleri, bazı faaliyetleri gizli) dernekler de kurulur. Bunların liselerde, evrenkentlerde, ve şehirlerin her mahallesinde gençlik kolları bile bulunur. Dernekler, gizli cemiyetler, düşman ülkedeki merkezlerin güdümü ve denetimi altındadır, ama en tepedekiler hariç, üyelerin çoğunluğu, zaten zayıf olan bilinçleriyle, uzun süre bunun idrakinde bile değildirler. Gençler, üyeler "evrensel", "küresel" aldatmacasına kanar, gitgide milli kültürlerinden, geleneklerinden, "vatan" kavramından, ulusal bağımsızlık duygularından uzaklaşırlar. Sonunda, belki bazıları farkında bile olmadan, bir "beşinci kol" oluşturmuşlardır, Rüyaları, ruhunu bilmedikleri, tanımadıkları bir hayal ürünü yabancı ülke, gayeleri, kendi halkları, uluslarıyla değil, yabancıyla (gizli düşmanla) bütünleşmektir.
4) Nihayet, gizli cemiyetlerin en üst kademelerinden, ayarlı basın-yayınla şişirilip duran üyelerin bazıları ülkenin en üst kademelerine (her alanda ve kamu, yarı-kamu, veya özel kesimde) yerleştirilirler. Ondan sonra gidişat hızlanır.
5) O devrin siyasal yapısına göre, üst yönetime, veya siyası fırkalara kamu üst kademelerine getirilmiş "üyeler", bir yandan, dost postuna bürünmüş düşmanla tek taraflı gümrük anlaşmaları imzalarken, çok iyi dostlarına her konuda taviz üstünü taviz vermeye başlarlar. Bu sözde anlaşmalarda düşman sana her şeyi gümrüksüz satacak, ama senden bir şey almayacak veya yüksek gümrük duvarları, kotalar koyacak. Böylece hedef ülkenin öz üretimi, sanayisi kısa sürede çöker.
6) Bir yandan da hedef ülke, başta hiç ihtiyacı olmayan borçlar almaya zorlanır. Önceleri düşük olan faiz zamanla tefeci faiz oranlarına dönüşür. Faiz ödemek için, bu sefer düşmanın paravanası sözde "uluslararası" kuruluşlardan her üç ayda bir yeniden borç alınır. "Yardım" pozundaki her borç, bankacılıkla hiç ilgisi olmayan yeni dayatmalar ve gözünü kırpmadan ülkeyi teslim etmek manasını taşıyan, çoğu halktan gizli, taviz yasalarını ve tasarı metni görülmeden basılan ihanet imzalarını beraberinde getirir. Artık ülke batağa saplandırılmıştır. "Özelleştirme" aldatmacası edebiyatı yapılıp durur ve bu, cemiyet üyelerince ve ayarlı basın-yayınla körüklenip dururken, ülkenin uzun ve meşakkatli bir yoldan gelmiş birikimleri, kamu ve özel sanayii ve erke(enerji) üretim tesisleri, altyapısı, ulaştırma, iletişim şebekeleri yok pahasına yabancılar, aslında örteneğe bürünmüş düşmana "satılır". Sonra tarım, hayvancılık, hatta ekmek, su gider. Halkta açlık baş gösterir. "Üyeler"de "en iyi dostumuz"a muhabbet o derece büyüktür ki, gecenin ikisinde apar topar çıkarılan dayatmalı ithal kanunlarla, ülkenin toprakları da sonunda sessiz sedasız, "yatırım yapacaklar" bahanesiyle bedavadan düşmana teslim edilir. "Vatan" kavramı unutturularak (hatta gözden düşürülerek), "toprak", ticari bir meta imiş gibi gösterilir olmuştur. Tabii, yatırım falan da yapılmayacaktır. Düşman ancak eline beleşten geçirdiği topraklarda kendi için basit tesisler kurup orada da, getirdiği kendi işçilerini, mühendislerini, yöneticilerini kullanacaktır. Ülkenin öz evladı için, işçi olsun, meslek sahibi olsun, artık ne meslek hayatı, ne iş kalmıştır. Yabancı ülkede kölelik için muhacerete başvuranların sayısı artar.
7) Bütün bunlar olurken ve zemini yumuşatmak için ruhbilimsel ("pisikolojik") savaş da son sürat yürümekte, düşmanın "toplum ve kültür mühendisleri" yıllardır çalışmaktadırlar. Zamanda geriye dönüp oralara bakacak, dallı budaklı ağacın ince dal ve yapraklarından nasırlı gövdesine, oradan da köküne doğru yürümeye (gelecek yazımızda) devam edeceğiz inşaAllah.
27 Mart 2003
Karanlık gecenin ufuğunda
beliren bir ışığa doğru
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu
Diyelim ki, yabancı bir ülke senin suyuna, taşyağına (neft, petrol), madenlerine, topraklarına göz dikmiş. Bu art niyetleri, kendi kamuoyunda koyu bir dini taassupla iç içe olabilir. Dini taassubu sahici ise, çağa ve duruma göre bu da siyasal bir takım söylemlerle dünya kamuoyuna karşı örtbas edilebilir. Tarihin pek çok büyük savaşında, istilasında çoğu kez öyle olmuştu; bugün de öyle.
Gözü dönmüş, başkalarını insandan saymayan düşman çok önceden savaşı nasıl başlatır?
1) Düşman ülkenin evrenkentlerinde, araştırma merkezlerinde hedef ülkenin tarihi, manevi gücünün kaynakları, gelenekleri, dili. edebiyatı, coğrafyası... üzerinde yıllarca çalışılır; o dile, o tarihe, o ulusun dinine son derece vakıf uzmanlar yetiştirilir. Bunların bir kısmı, o ülkeye bilim adamı, din adamı, tüccar/iş adamı, siyasi temsilci vb. kılıklarında bilgi toplayıcı, sonra içten düşman taraftarları derleyici, kışkırtıcı casuslar olarak gönderilir.
2) Hedef ülkede, özellikle dini değişik azınlıklardan yetenekli bazı çocukların ismi, kimliği değiştirilir ve bunlar yetiştirilirler. O ara hulul edilip yönlendirilebilir hale getirilmiş basın-yayınla bu gençler alanlarında meşhur edilir; önemli mevkilere gelmeye başlarlar.
3) Düşman, hedef ülkede her bakımdan vasat, kendi başına bir şey olamayacak, ama hem de ulusal duyguları zayıf, maddiyata, mevkiye düşkün, çeşitli zaafları olan kişiler tespit edip onlar vasıtasıyla bir takım gizli cemiyetler kurdurur. Cemiyet üyeleri zamanla, basın-yayından, yönetim kademelerinden, evrenkentlerden, iş çevrelerinden yenilerini bulurlar. Ağ yayılmaya başlar. Ülkenin çeşitli bölgelerine ve toplumun her kesimine ağı salmayı kolaylaştırmak için yarı gizli (görünüşte şeffaf ama gayeleri, bazı faaliyetleri gizli) dernekler de kurulur. Bunların liselerde, evrenkentlerde, ve şehirlerin her mahallesinde gençlik kolları bile bulunur. Dernekler, gizli cemiyetler, düşman ülkedeki merkezlerin güdümü ve denetimi altındadır, ama en tepedekiler hariç, üyelerin çoğunluğu, zaten zayıf olan bilinçleriyle, uzun süre bunun idrakinde bile değildirler. Gençler, üyeler "evrensel", "küresel" aldatmacasına kanar, gitgide milli kültürlerinden, geleneklerinden, "vatan" kavramından, ulusal bağımsızlık duygularından uzaklaşırlar. Sonunda, belki bazıları farkında bile olmadan, bir "beşinci kol" oluşturmuşlardır, Rüyaları, ruhunu bilmedikleri, tanımadıkları bir hayal ürünü yabancı ülke, gayeleri, kendi halkları, uluslarıyla değil, yabancıyla (gizli düşmanla) bütünleşmektir.
4) Nihayet, gizli cemiyetlerin en üst kademelerinden, ayarlı basın-yayınla şişirilip duran üyelerin bazıları ülkenin en üst kademelerine (her alanda ve kamu, yarı-kamu, veya özel kesimde) yerleştirilirler. Ondan sonra gidişat hızlanır.
5) O devrin siyasal yapısına göre, üst yönetime, veya siyası fırkalara kamu üst kademelerine getirilmiş "üyeler", bir yandan, dost postuna bürünmüş düşmanla tek taraflı gümrük anlaşmaları imzalarken, çok iyi dostlarına her konuda taviz üstünü taviz vermeye başlarlar. Bu sözde anlaşmalarda düşman sana her şeyi gümrüksüz satacak, ama senden bir şey almayacak veya yüksek gümrük duvarları, kotalar koyacak. Böylece hedef ülkenin öz üretimi, sanayisi kısa sürede çöker.
6) Bir yandan da hedef ülke, başta hiç ihtiyacı olmayan borçlar almaya zorlanır. Önceleri düşük olan faiz zamanla tefeci faiz oranlarına dönüşür. Faiz ödemek için, bu sefer düşmanın paravanası sözde "uluslararası" kuruluşlardan her üç ayda bir yeniden borç alınır. "Yardım" pozundaki her borç, bankacılıkla hiç ilgisi olmayan yeni dayatmalar ve gözünü kırpmadan ülkeyi teslim etmek manasını taşıyan, çoğu halktan gizli, taviz yasalarını ve tasarı metni görülmeden basılan ihanet imzalarını beraberinde getirir. Artık ülke batağa saplandırılmıştır. "Özelleştirme" aldatmacası edebiyatı yapılıp durur ve bu, cemiyet üyelerince ve ayarlı basın-yayınla körüklenip dururken, ülkenin uzun ve meşakkatli bir yoldan gelmiş birikimleri, kamu ve özel sanayii ve erke(enerji) üretim tesisleri, altyapısı, ulaştırma, iletişim şebekeleri yok pahasına yabancılar, aslında örteneğe bürünmüş düşmana "satılır". Sonra tarım, hayvancılık, hatta ekmek, su gider. Halkta açlık baş gösterir. "Üyeler"de "en iyi dostumuz"a muhabbet o derece büyüktür ki, gecenin ikisinde apar topar çıkarılan dayatmalı ithal kanunlarla, ülkenin toprakları da sonunda sessiz sedasız, "yatırım yapacaklar" bahanesiyle bedavadan düşmana teslim edilir. "Vatan" kavramı unutturularak (hatta gözden düşürülerek), "toprak", ticari bir meta imiş gibi gösterilir olmuştur. Tabii, yatırım falan da yapılmayacaktır. Düşman ancak eline beleşten geçirdiği topraklarda kendi için basit tesisler kurup orada da, getirdiği kendi işçilerini, mühendislerini, yöneticilerini kullanacaktır. Ülkenin öz evladı için, işçi olsun, meslek sahibi olsun, artık ne meslek hayatı, ne iş kalmıştır. Yabancı ülkede kölelik için muhacerete başvuranların sayısı artar.
7) Bütün bunlar olurken ve zemini yumuşatmak için ruhbilimsel ("pisikolojik") savaş da son sürat yürümekte, düşmanın "toplum ve kültür mühendisleri" yıllardır çalışmaktadırlar. Zamanda geriye dönüp oralara bakacak, dallı budaklı ağacın ince dal ve yapraklarından nasırlı gövdesine, oradan da köküne doğru yürümeye (gelecek yazımızda) devam edeceğiz inşaAllah.
27 Mart 2003
Karanlık gecenin ufuğunda
beliren bir ışığa doğru
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu