Covid-19. haberler, bilgiler...

bu gün ferryboatun üzerinde kamera montajı yaparken poyrazdan kemiklerim sızladı. insanlar işe gidemiyor, bizim gibi işe gitmek zorunda olanlar da çok kötü koşullarda çalışıyor. corona koymuyor, ama poyraz fena koyuyor, yüce yaratana her zaman dua ederim. benden kötü durumda olanlara acısın diye. yaptığı işi zor ve kötü bulanlar, onu bulamayıp ekmek yiyemeyenleri bir düşünsünler. sağlıklı olanlar da, hasta olanları düşünsünler.
 
Elbise dolaplarının içi aluminyum folyo ile kaplanıp içine 1 - 2 tane ultraviyole lamba konup dezenfeksiyon amaçlı kullanılabilir.
 
Dezenfekte amaçlı ulltraviyole ışınlar başta göz olmak üzere cilde zararlı ışınlar yayar.

Dolap işi güzel düşünce olmakla birlikte oldukça da riskli.

Az da olsa ışığın görünme riski var ve evde çocuk varsa bu risk daha da artar.

Özel ve günlük kullanımdan ayrı, yetişkin kontrolünde bir dolap olursa belki düşünülebilir.

Ancak uzmanlara göre yıkamak yeterli.
 
Bu da farklı bir bakış açısı. Bana çok da mantıksız gelmiyor.


@koçlu, komple teorileri birden fazla istersen bir araştır uygun olan kafana yatan seninkisi olsun. dünyanın nüfusunu azaltmak en başta geleni bu ön hazırlık diyorlar. bu işten sadece alman rosche mu karlı çıkacak ve arkasında kimler var, gelmeyen armegeddonu oluşturmak, daha bir sürü teori var ve kocakarı ilaçları dediğimiz bazı bitki çayları ekstrakları yabana atma. ben kendi payıma her gün kekik çayı içiyorum. kimseye iç demem, içme de demen tercih meselesi.kimi adaçayı elma çalısı (paskomya) içer ki yüksek oranda österojen içerir dikkatli olmak lazım. veya yağını tüketir, kekik yağını yaraya sürersin yara iyileşir kapanır- cilde sürersin yara yapar. daha benim bilmediğim sizlerin bildiği onlarca çay-yağ kök yaprak var, ne neye kime ne kadar iyi gelir değişkendir. kötü demekte hatalı iyi demekte, ama oran çok önemli değil mi
Bu adaçayiyla ilgili olarak iş yerinde çok sevdiğim rahmetlik bir müdürüme takılmıştım. Adaçayını çok severdi . Dedim müdürüm böyle böyle. Oğlum zaten bizden geçti o işler demişti [emoji3]
 
Değerli arkadaşlar

komple teorileri birden fazla istersen bir araştır uygun olan kafana yatan seninkisi olsun. dünyanın nüfusunu azaltmak en başta geleni bu ön hazırlık diyorlar. bu işten sadece alman rosche mu karlı çıkacak ve arkasında kimler var, gelmeyen armegeddonu oluşturmak, daha bir sürü teori var
Sıkıntı çok fazla komplo teorisi olması.Biz bu teorilerin neresindeyiz?oyuncumuyuz?oyun kurucumuyuz?
kocakarı ilaçları dediğimiz bazı bitki çayları ekstrakları yabana atma.
Kesinlikle yabana atılacak şeyler değiller.Ama bunları kullanırken dikkatli olunması gerekiyor.Sizinde örnekte verdiğiniz kekik yağı faydalı etkiside var zararlı etkiside.
kötü demekte hatalı iyi demekte, ama oran çok önemli değil mi
Burada ayırımı konunun bilim insanları yapacak.
u anda böyle bir imkan olmadığına göre eski atalarımızın tedavi yöntemlerinden başka seçeneğimiz yok.
İnsan oğlu bu virüsle yeni karşılaşıyor dolayısı ile atalarımızda karşılaşmamışlardır bu virüsle.
sizden daha mantıklı ve bilimsel çözümü duymak isteriz.
Benim bir çözüm önerecek bilgim yok sadece benim yapacağım öneri bilim insanlarının öönerilerine kulak verip mümkün olduğunca uygulamak.
Dünyada böyle bir siyonizm tehlikesi varken yaşadığımız bu tür felaketlerin doğal ve sıradan olduğuna inanmak fazla iyimserlik geliyor bana.
Videoda corona virüsü için gerçek öneriler diyor neye dayanarak deniyor bu söz şu kadar kişi üzerinde denedik sonuçları bu diye bir söz yok.
Videodaki arkadaş dometesi kabuğu ile yememizi öneriyor ve şöyle faydası var böyle faydası var diyor.Bizim domatesle tanışmamız üzerinden henüz 500 yıl geçmiş daha önceki atalarımız bu faydalardan mahrum kalmışlarda birşeymi olmuş.Yediğimiz bu dometes ve bir çok sebzenin tohumu nereden geliyor?Buna;bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denir.
Belki faydası olur belki olmaz. Fakat zararı olmayacağı kesin.
Burada sıkıntı zararı olabileceğinde(bazı insanlarda)

Bunlar eleştiri değil doğru yolu bulmamız için yaptığımız ufak tartışmalar.

Saygılar
 
Virüsün nereden kaynaklandığı ile ilgili bir çok senaryo var. Bunun için kesin konuşmak bizi gülünç duruma düşürebilir. Fakat, durumun kimlere yarayacağı ve nasıl evrileceği net bir şekilde ortada duruyor. Küreselciler ve bunların toplum içerisindeki yavşak temsilcileri yine kaos ortamından beslenip güçlenerek çıkacaklar. Hoş! dünya var olalı ilk kez böyle bir sorunla karşılaşmıyor.

Aslında Korku'yu tartışmalıyız, adı ne olursa olsun, açlık korkusu, işsizlik korkusu, yemek bulamamak korkusu, hasta olursam tedavi olamam korkusu, faturamı ödeyemem korkusu, elektriğim kesilirse ne olur korkusu, susuz kalmak korkusu, arabamın sigorta ücretini ödeyemezsem korkusu, ölüm korkusu ve daha bir yığın paranoid korkular.

Esasen bu zihinsel algı bozuklukları ve beyin kuruntuları bize çok yabancı. Tertemiz beyinlerimiz; bebeklik çağlarımızdan bu yana sistemli bir stratejinin bilinçaltı dayatmalarıyla yönlendirilip, Korku Kodu ile biçimlendiriliyor.

Beyninize Korku Kodu bir kere işlendiğinde; başına alacağı herhangi bir sıfatla etkin hale getiriliyor, yukarıda sayılan korku örneklerinde olduğu gibi. Korku'yu çağrıştıracak herhangi bir kelime/his/sıfat ile ona ait Korku duygusunu yaşamaya başlıyorsunuz. Topluma baktığımızda, durumun Korku'ya dönüştürülüp endişe merkezli bir bilinçsizlik ve teslimiyet halini aldığını görüyoruz.

İnsanlar ne zaman bu kadar şuursuzlaştırıldı da market kapılarında maske için izdiham yaratacak kadar bilinci bulanık hale geldi? Beş kuruş etmeyecek paçavra parçasından medet umarak marketlere koşmak bile; birazcık düşünen insan için ibretlik işaretler veriyor. Evinizde Atletinizi kesip iki kat yapsanız, arasına varsa bir elyaf parçası atsanız pekâlâ o paçavradan onlarca kat filtre etkili bir maske yapabilirsiniz. Kapitalizmin toplumları ne hale getirdiğinin çarpıcı bir örneğidir bu.

Bir yandan birlik/beraberlik sloganları atalım, iş icraata gelince kıyamet maratonu atmaya başlayalım, diğer tarafta da simsarlar bundan kazanç elde etsinler! Bir yandan paylaşma türküleri(!) söyleyelim, diğer tarafta bireysel planlar yapıp mal mülk edinelim, parayla satılabilecek herşeyi satalım. Karşılığında kağıt banknotlar alarak toprak satalım, satılabilecek ne varsa satalım herşeyi ama herşeyi satalım satalım satalım! Hatta ikinci el pazarları oluşturup eskiden "hayır için ihtiyacı olan giysin" dediğimiz osuruklu elbiselerimizi de satalım!

Sonra hiçbir şey üretmeyelim "dışarıda daha ucuz" diyerek tarımı bitirelim, doğal toprakları ziraat ilaçları ve ithal tohumlarla zehirleyip daha fazlasını üretmeye çalışalım. Genlerimizi bozup hasta çocuklar doğuralım, endüstriyel doktorlardan medet umalım, ilaç kullanıp başka taraflarımızı bozalım, sonra cebimizdeki para bitsin kapı kapı gezip ağlayalım ama asla üretmeyelim asla. Tarlaya girip çalışmaktan utanalım, depremde çökmeyecek bir bina yapamayalım, polyestersiz bir elbise dikemeyelim(!) Birlik olmaktan bahsedip hiçbir amaç için bir araya gelemeyelim.

Bizim mutfağımızda yemek yapacak malzememiz var mı ki siz rostodan bahsediyorsunuz? Korku kaynaklı hazıra alışmış çarpık tüketim ve üretim alışkanlıkları edinmiş nesillerin kime faydası olabilirki? Hal böyle olunca bugün nefes almaktan Korkmak çok şaşılası bir durum değildir. O zaman, yarın gözümüzü açmaya Korkacağımız bir döneme girmeyeceğimizi kimse söyleyemez.

Bu sorunlar bizim için yeni değil, her fırsatta bir bela bir felaket bize bu acizlik düşkünü yanımızı hatırlatıyor. Esas sorun, gerçeği kabullenmeyip çözüm için bir şeyler yapmayı ret etmemizdir.

Bilinçaltımıza yerleştirmemiz gereken bir gerçek var; ya hazır kurulu sistemin bir dişlisi olacağız, sistem bizi istediği zaman oyun dışı bırakacak ve dut yutmuş bülbül gibi kalacağız, ya da kendi sistemimizle kendi oyunumuzu kuracağız.

Hastalığa dönecek olursak, Covid-19 bir virüs. Covid-19'dan ölen insan var ölmeyen insan var. Dünyada kayıtlı olarak 2017 yılı trafik kazalarında 1,2 milyon insan öldüğü bildiriliyor, bunun yanına dünyada şu an için Covid-19'dan ölenlerin sayısını getirdiğinizde; olayın "ciddiye alınmaktan" çıkarılıp "abartılı gerçekliğin" işlediğini muhtemelen görürsünüz. Rakamları kıyaslama yaparsanız hangisinin virüs olduğu hakkında şüpheye düşmeniz olasıdır. Belki şu soruyu da sorabilirsiniz: Trafik kazaları neden bu kadar ciddiye alınmıyor? Ya da neden bu kadar ölüm oranına sebep veren trafik kazaları için bir karantina kararı alınmıyor?

Yazı yanlış anlaşılmasın, bizler tedbiri her daim alacağız almalıyız. Evde virüs için tedbir alırken kervanı unutmayalım, yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.
 
Virüsün nereden kaynaklandığı ile ilgili bir çok senaryo var. Bunun için kesin konuşmak bizi gülünç duruma düşürebilir. Fakat, durumun kimlere yarayacağı ve nasıl evrileceği net bir şekilde ortada duruyor. Küreselciler ve bunların toplum içerisindeki yavşak temsilcileri yine kaos ortamından beslenip güçlenerek çıkacaklar. Hoş! dünya var olalı ilk kez böyle bir sorunla karşılaşmıyor.

Aslında Korku'yu tartışmalıyız, adı ne olursa olsun, açlık korkusu, işsizlik korkusu, yemek bulamamak korkusu, hasta olursam tedavi olamam korkusu, faturamı ödeyemem korkusu, elektriğim kesilirse ne olur korkusu, susuz kalmak korkusu, arabamın sigorta ücretini ödeyemezsem korkusu, ölüm korkusu ve daha bir yığın paranoid korkular.

Esasen bu zihinsel algı bozuklukları ve beyin kuruntuları bize çok yabancı. Tertemiz beyinlerimiz; bebeklik çağlarımızdan bu yana sistemli bir stratejinin bilinçaltı dayatmalarıyla yönlendirilip, Korku Kodu ile biçimlendiriliyor.

Beyninize Korku Kodu bir kere işlendiğinde; başına alacağı herhangi bir sıfatla etkin hale getiriliyor, yukarıda sayılan korku örneklerinde olduğu gibi. Korku'yu çağrıştıracak herhangi bir kelime/his/sıfat ile ona ait Korku duygusunu yaşamaya başlıyorsunuz. Topluma baktığımızda, durumun Korku'ya dönüştürülüp endişe merkezli bir bilinçsizlik ve teslimiyet halini aldığını görüyoruz.

İnsanlar ne zaman bu kadar şuursuzlaştırıldı da market kapılarında maske için izdiham yaratacak kadar bilinci bulanık hale geldi? Beş kuruş etmeyecek paçavra parçasından medet umarak marketlere koşmak bile; birazcık düşünen insan için ibretlik işaretler veriyor. Evinizde Atletinizi kesip iki kat yapsanız, arasına varsa bir elyaf parçası atsanız pekâlâ o paçavradan onlarca kat filtre etkili bir maske yapabilirsiniz. Kapitalizmin toplumları ne hale getirdiğinin çarpıcı bir örneğidir bu.

Bir yandan birlik/beraberlik sloganları atalım, iş icraata gelince kıyamet maratonu atmaya başlayalım, diğer tarafta da simsarlar bundan kazanç elde etsinler! Bir yandan paylaşma türküleri(!) söyleyelim, diğer tarafta bireysel planlar yapıp mal mülk edinelim, parayla satılabilecek herşeyi satalım. Karşılığında kağıt banknotlar alarak toprak satalım, satılabilecek ne varsa satalım herşeyi ama herşeyi satalım satalım satalım! Hatta ikinci el pazarları oluşturup eskiden "hayır için ihtiyacı olan giysin" dediğimiz osuruklu elbiselerimizi de satalım!

Sonra hiçbir şey üretmeyelim "dışarıda daha ucuz" diyerek tarımı bitirelim, doğal toprakları ziraat ilaçları ve ithal tohumlarla zehirleyip daha fazlasını üretmeye çalışalım. Genlerimizi bozup hasta çocuklar doğuralım, endüstriyel doktorlardan medet umalım, ilaç kullanıp başka taraflarımızı bozalım, sonra cebimizdeki para bitsin kapı kapı gezip ağlayalım ama asla üretmeyelim asla. Tarlaya girip çalışmaktan utanalım, depremde çökmeyecek bir bina yapamayalım, polyestersiz bir elbise dikemeyelim(!) Birlik olmaktan bahsedip hiçbir amaç için bir araya gelemeyelim.

Bizim mutfağımızda yemek yapacak malzememiz var mı ki siz rostodan bahsediyorsunuz? Korku kaynaklı hazıra alışmış çarpık tüketim ve üretim alışkanlıkları edinmiş nesillerin kime faydası olabilirki? Hal böyle olunca bugün nefes almaktan Korkmak çok şaşılası bir durum değildir. O zaman, yarın gözümüzü açmaya Korkacağımız bir döneme girmeyeceğimizi kimse söyleyemez.

Bu sorunlar bizim için yeni değil, her fırsatta bir bela bir felaket bize bu acizlik düşkünü yanımızı hatırlatıyor. Esas sorun, gerçeği kabullenmeyip çözüm için bir şeyler yapmayı ret etmemizdir.

Bilinçaltımıza yerleştirmemiz gereken bir gerçek var; ya hazır kurulu sistemin bir dişlisi olacağız, sistem bizi istediği zaman oyun dışı bırakacak ve dut yutmuş bülbül gibi kalacağız, ya da kendi sistemimizle kendi oyunumuzu kuracağız.

Hastalığa dönecek olursak, Covid-19 bir virüs. Covid-19'dan ölen insan var ölmeyen insan var. Dünyada kayıtlı olarak 2017 yılı trafik kazalarında 1,2 milyon insan öldüğü bildiriliyor, bunun yanına dünyada şu an için Covid-19'dan ölenlerin sayısını getirdiğinizde; olayın "ciddiye alınmaktan" çıkarılıp "abartılı gerçekliğin" işlediğini muhtemelen görürsünüz. Rakamları kıyaslama yaparsanız hangisinin virüs olduğu hakkında şüpheye düşmeniz olasıdır. Belki şu soruyu da sorabilirsiniz: Trafik kazaları neden bu kadar ciddiye alınmıyor? Ya da neden bu kadar ölüm oranına sebep veren trafik kazaları için bir karantina kararı alınmıyor?

Yazı yanlış anlaşılmasın, bizler tedbiri her daim alacağız almalıyız. Evde virüs için tedbir alırken kervanı unutmayalım, yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnsanın bilmediği , duymadığı daha evvel deneyiminin olmadığı olaylar , durumlar , kişiler karşısında tedirginlik duyması ve hatta korkması doğasının gereği . Bunda bir anormallik yok . Anormalliğin olduğu durum şu ki kapitalist dünya düzeni insanı hiç ölmeyecek gibi yaşayıp ölüm sonrası hayatı hep aklının en ücra köşesine itmeye zorluyor . Mezarlıklar şehrin en ücra köşesinde , kabristanlar korkulacak yerler , ölülerde daha sonra canlanıp insan eti yiyen zombiler ...... Yani kapitalist sistemin insan için gösterdiği ölüm çizgisi sonuna kadar kaçılması gereken korkunç bir vahşet . Yaşlanmayı geciktirici ilaçlar , ameliyatlar , kremler vs vs vs ... Hep bu dünyada daha genç biçimde yaşayabildiğin kadar yaşamalısın ve biriktirebildiğin kadar dünya malı biriktirmelisin .
Durum böyle olunca ucunda zayıf da olsa bir ölüm ihtimali olan hastalıktan insanların paronaya geçirmiş bir biçimde korkarak her türlü güvenlik önlemine ve marketlere saldırması gayet normal . Kapitalist dünya düzeni insana mutedil olmayı , vakarlı olmayı , sabırlı olmayı , paylaşımcı ve ahlaklı olmayı vazetmiyor , hırslı , tuttuğunu koparan , kendini dünyanın merkezi sanan , her durumu keser gibi kendine yontan olmayı tavsiye ediyor .
Yani işletim sistemine kapitalist dünya düzeninin verdiği yazılımı kuran insanoğlu korkak , depresyonlu , mutsuz , asabi , vahşi , saldırgan olmaya malesef mahkumdur .

https://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=372398
Şu da duyduğum en iyi makara hastalık hakkında :)
 
Son düzenleme:
İnsanın bilmediği , duymadığı daha evvel deneyiminin olmadığı olaylar , durumlar , kişiler karşısında tedirginlik duyması ve hatta korkması doğasının gereği . Bunda bir anormallik yok . Anormalliğin olduğu durum şu ki kapitalist dünya düzeni insanı hiç ölmeyecek gibi yaşayıp ölüm sonrası hayatı hep aklının en ücra köşesine itmeye zorluyor . Mezarlıklar şehrin en ücra köşesinde , kabristanlar korkulacak yerler , ölülerde daha sonra canlanıp insan eti yiyen zombiler ...... Yani kapitalist sistemin insan için gösterdiği ölüm çizgisi sonuna kadar kaçılması gereken korkunç bir vahşet . Yaşlanmayı geciktirici ilaçlar , ameliyatlar , kremler vs vs vs ... Hep bu dünyada daha genç biçimde yaşayabildiğin kadar yaşamalısın ve biriktirebildiğin kadar dünya malı biriktirmelisin .
Durum böyle olunca ucunda zayıf da olsa bir ölüm ihtimali olan hastalıktan insanların paronaya geçirmiş bir biçimde korkarak her türlü güvenlik önlemine ve marketlere saldırması gayet normal . Kapitalist dünya düzeni insana mutedil olmayı , vakarlı olmayı , sabırlı olmayı , paylaşımcı ve ahlaklı olmayı vazetmiyor , hırslı , tuttuğunu koparan , kendini dünyanın merkezi sanan , her durumu keser gibi kendine yontan olmayı tavsiye ediyor .
Yani işletim sistemine kapitalist dünya düzeninin verdiği yazılımı kuran insanoğlu korkak , depresyonlu , mutsuz , asabi , vahşi , saldırgan olmaya malesef mahkumdur .
Hocam sen duruma hakimsin, tespitler yerinde.

İnsanların "bilmediği şey karşısında korkması"nın normal olmadığını düşünüyorum. Çünkü Korkma'nın kendisi sürekli bir tehdit unsurudur. Tehdit edilen kişi, hata yapmaya, olumlu olabileceği gibi olumsuz yönlendirmelere de açık, genellikle yanlış kişilerle yönetilmeye müsait insandır. Bu da bana pek normal gelmiyor açıkçası. Hatta tam tersi, bana göre insanın doğasına aykırı bir sanal gerçeklik kurgusudur.

Bir sevdiğini, evladını kaybedecek olma düşüncesi insanı üzebilir ve anlaşılabilir bir haldir. Çünkü bizler aynı zamanda manevi/hissiyatlı varlıklarız. Ama bundan korkmak anlamlı değildir.

Sistem, insanı daha tekil bir varlık haline getirdiğinden dolayı ara geçişler veya duygu süreçlerini zaten yaşamıyoruz. Çok keskin dönüşler yapıp anlık radikal değişimlerle yaşıyoruz. Sosyal medya paylaşımlarından da bilirsiniz. Ya çok mutluyuz ya da çok mutsuz, ya çok öfkeliyiz ya da çok sevecen. Olmak istediğimiz yerin ya en kötü ucunda ya da en iyi ucundayız. Fakat bu iki uç arasında sürekli git-gel halindeyiz. Olayın ortasında oturup düşünecek vaktimiz yok.

Düşünün uçsuz bucaksız bir evrende yaşıyoruz. Düne kadar diğer gezegenlerde ne olup bittiği kimsenin umurunda değildi (bilimsever hariç). Fakat en büyük trajikomediyi yine bilmeyenler yaşıyor. Çünkü birisi çıkıp "olası bir uzaylı saldırısı için dünyanın hazırlıklı olması lazım" diyor ve halk, yokluğunu sorgulamadığı şeyin varlığından korku duymaya başlıyor. Bunun bence normal bir yanı yok.

Ayrıca sonsuz kötü olasılıktan sonsuz gerçeklik senaryoları yaratmak zor mudur? Çok kolaydır ve günümüz toplumunun korkuları bunlardır.

Aslında, insan mantığının en hatalı işlediği konulardan biri de budur. Varlığı veya yokluğu hakkında hiçbir bilgisi olmadığımız bir şey hakkında "vardır" veya "yoktur" diyebilecek kadar ilkel bir kısıtla mekanizmasına sahibiz. Üçüncü seçenek olan "üzerinde düşünmek" insana zor geldiği için, "vardır" ya da "yoktur" demek daha kolay bir seçenektir. İnsanlar, kolayı ve bedava kömürle makarnayı sever.

Öte yandan, sigara veya evlilik dışı cinsel ilişki gibi sorunlarımızın ne tür kötümser biyolojik sonuçlar yaratabileceğini en başta kişinin kendisi bilir. Ama nedense kimse bundan korkmaz! Ya da korkmasına rağmen yapar! Eğer durum böyle ise bu daha ağır ruhsal/zihinsel bir vakadır.

Demekki, biz daha Korku'nun ne olduğunu bilmeden, nelerden korkulup nelerden korkulmaması gerektiğine karar vermeye başladık. "Korku gerekli midir?" diye düşünecek vaktimiz olmadı.

"Deveye sormuşlar boynun neden eğri, deve demişki nerem doğru!"
 
İnsanların "bilmediği şey karşısında korkması"nın normal olmadığını düşünüyorum.
Sizin bu cümleniz üzerine en saf olabileceğini düşündüğümüz - şeytanın müdahalesinden uzak - peygamberlerde korkma olmuş mudur onu düşündüm . Hz Musa nın ejderhaya dönen asası yüzünden korkup kaçtığı kuranda geçiyor . Hz Zekeriya nın da israiloğullarından kaçarken ağacın içine saklandığı ve testere ile kesilerek şehit edildiği biliniyor . Kuranda da savaş anında kesinlikle düşmandan korkup kaçılmaması gerektiği konusunda ikazlar var . Yani ben korkunun insan tabiatında olmayan türetilmiş bir psikolojik kaygı olduğunu sanmıyorum .
 

Forum istatistikleri

Konular
128,132
Mesajlar
915,303
Kullanıcılar
449,849
Son üye
cagan20

Yeni konular

Geri
Üst